Bazı şarkılar vardır ne zaman dinlesek bizde ki etkisi hiç değişmez. İnsan öyle şarkıları dinlerken keşke bende böylesi bir esere hayat versem demeden kendini alamıyor. Ara Dinkjiyan, bu eserlere imza atan isimlerin başında geliyor. Gelmiş geçmiş en iyi sanatçılardan biri. Ahmet Kaya’dan dinlemeye alıştığımız Ağladıkça, Sezen Aksu’nun sözleriyle hayat verdiği Vazgeçtim, Sarışınım, Hoş Geldin, Son Sardunyalar ve Yine mi Çiçek şarkılarının bestecisi. Kullaklarımızda unutulmayan tınılar yaratan bu sanatçıyla geçmişi ve bugününe dair sohbet ettik.
Geçmişinize baktığımızda ailenizde, Diyarbakır’dan Fransa’ya ordan Amerika’ya uzanan bir yol haritası görüyorsuz. Bütün bu yolculukların sizin ve ailenizin üzerinde bıraktıkları izlerin müziğinize nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz?
Öncelikle benim size sormak istediğim bir soru var. Siz benim nereli olduğumu biliyor musunuz? Yani bunu sizi utandırmak için sormuyorum (karşılıklı gülme) İnsanlar benim Diyabakırlı olduğumu düşünüyor ama ben, New Jersey’de doğdum yani Amerika’da ve dediğiniz gibi geçmişim yani babam ve atalarımın buraya gelene kadar uğradıkları yerler var. Bunun en başında da Fransa bulunuyor. Garip bir şekilde insanlarda benim Türkiye’li olduğuma dair bir kanı var hatta Türkçe konuştuğuma inan insanlar var, ancak konuşamıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse evet Amerika’da doğdum ancak Diyarbakır ile olan bağım benim için çok önemli.
Neden Diyarbakır sizin için çok önemli?
Aslında bu sorunun cevabı oldukça basit, Diyarbakır benim için önemli çünkü benim köklerim orada. Kim olduğumun ya da nereden geldiğimin cevabı da orada. Nerede doğduğunun bir önemi yok . Eğer bana sorarsan ‘Nerede doğdun Ara?’ diye muhtemelen sana şunu söylerim ‘benim büyük babam ve onun büyük babası nerede doğduysa bende de orada doğdum.
Bunun yanında Diyarbakır benim ailemin hikayesinin başladığı yer. Bu yüzden de diyebilir ki benim kim olduğumun bir parçasıdır Diyarbakır. Nerede olduğumun açıkcası bir önemi yok, bildiğim birşey var ki ben Amerika’da bile olsam önemli olan benim kökenlerimin nerde olduğu, kültürel bağlarımın nasıl olduğudur.
Bu bağlarınızdan dolayı sizin için Doğu’nun mistiğiyle jazz’ın o enfes tınılarını birleştiren isim diyebilir miyiz? Yani New Jersey ve Diyarbakır arasında kurulmuş bir köprü?
Bu kesinlikle doğru bir tespit. Özel hayatım ve müzik hayatım arasında yeni yeni farkına vardığım bir bağ. Amerika’lı olmamdan dolayı Ermeni kökenimi ve Diyarbakır’ı yada doğduğum toprağı Amerika’yı yok sayarsam bu iki düşünce de çok doğru bir yaklaşım olmaz. Bu yüzden söylediğinde kesinlikle haklısın. Batı’nın melodisi, enstrümanları, şarkıları ve fikirleriyle doğu’nunkileri bir araya getirip bir ahenk yarattım. Bildiğiniz gibi ahenk batının müzik fikri, doğunun değil. Bu anlamda ben bu iki farklı renklere, dokulara sahip elementler arasında bir ortak bağ kurup onları çatıştıkları yada oluşturdukalrı farklı kontrastlarla ele aldım ve sonucunda ortaya çıkan şey farklı renklerden oluşan bu ahenk ve mükemmel bir makam oldu.
Peki bunlardan hangisinde kendini daha rahat hissediyorsun? Yani doğu ve batı sentezi arasında…
Aslında kimim ben; bana göre her ikisi de benim. Bunu söylerken şunu demeye çalışmıyorum ‘Hımm hadi bakalım hangisi en iyi fikir’, kesinlikle bu yada diğeri değil. Ben bir Amerikalıyım. Ancak aynı zamanda ben Ermeniyim, Diyarbakır’dan Amerikaya gitmiş bir Ermeni ve bunu benim müziğimde çok rahat hissedebilirsiniz. Umuyorum ki müziğimi dinleyenler de bunu hissediyorlar ve benim nerde olduğumu ya da nerden beslendiğimi anlayabiliyorlar.
Piyano yada keman insanlar tarafından daha fazla tercih edilen bir entrüman fakat siz bunların çok dışından bir entrümanı yani ud’u kullanıyorsunuz. Bu entrümanı seçmenizin özel bir nedeni var mı ?
Bence şuan anlatacağım hikayeyi çok seveceksiniz. Ben 2-3 yaşındayken, annemle babamın odasında bir ud vardı. Babam bir gün beni karşısına alıp ‘Ara, evin içinde her yere gidebilirsin, herşeyi yapabilirsin ancak bu odaya girmerezsin. Bu odada görmüş olduğun şey bir ud ve kırılabilir çok dikkatli olmalıyız.’ dedi. Çocuk psikolojisi işte, bir şeye dokunma dediklerinde daha çok dokunma isteği doğuyor, bu sebeble sanırım daha çok dokunmak istedim.
Öte yandan benim müzikal geçmişime baktığımızda hikayenin başlangıç noktasında babamın olduğunu göreceksiniz. Babam, en iyi Ermeni halk müziği sanatçılarından biridir. 83 yaşında olmasına karşın hala ilk zamanlarında ki gibi tutkuyla ve enerjiyle şarkılarını seslendirir. Ona sorsanız o, 83 yaşında olduğunun farkında bile değil, maşallah…(karşılıklı gülüşme)
Yani anlayacağınız müzik hayatımın başlangıcında babam var. Ben daha 5 yaşındayken, babamla birlikte New York’da gerçekleştirilen dünya fuarında sahne aldık. Hayatım ilk ciddi işiydi 10 bin kişinin karşına çıktık ve ben darbuka çaldım. Müzik, o günde bugünde benim hayatımın en ciddi işidir. Müziğe aşık herkesin en ciddi işi olduğu gibi.
Sizin için bir çok enstrümanı en iyi şekilde çalıyor demek doğru olur mu?
Kesinlikle!!! Çaldığınız her enstrüman sizin kişiliğinizin bir parçası olarak hayatınızda yer alır; yani bir şarkı ya da bir beste olarak. Bazen ud ile anlatamazsınız notalara dökmek istediğinizi yada söz yazamazsınız o zaman bir gitar cevap verir yazmak istediklerinize. Pianonun tuşlarına basarsınız o zaman da bambaşka notalar gelir parmak uçlarınıza. Açıkcası ben kendimi udi olarak görmüyorum. Kendim için şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki ben, müzik hayatımda doğru notaları bulmaya çalışıyorum ve bunun hangi müzik aletiyle bana geleceğiyle ilgileniyorum.
2009 yılında ilk kez Diyarbakır’da yani atalarının doğduğu topraklarda konser verdin, başkası için sıradan görünen bu konserin sende ki anlamı nasıldı? Ne hissettin sahneye çıktığında?
Diyarbakır’da ki konserinde sahneye, Kardeş Türküler ve babamla birlikte çıktım. Bilmiyorum bunu hayal edebilir misiniz ancak bu konser benim için hayal edilemeyecek bir konserdi. Babam Paris’de doğmuş ve çocuk yaşta Amerikaya gelmiş.
Bütün hayatım boyunca babam bana Diyarbakırlı olduğunu söyledi. Yine böyle bir gün ben bir an durdum ve babama şu soruyu sordum ‘Baba Diyarbakır’lı olduğunu söylüyorsun sürekli ancak merak ediyorum hiç oraya gittin mi?’. Babam, ‘hayır gitmedim ancak Diyarbakır benim nereli olduğumun kim olduğumun cevabı’ dedi. Evet babam oraya hiç gitmemişti, Diyarbakır’a dair bildiği herşeyi ise babasının ona anlattığı hikayelerden biliyordu. Ancak buna rağmen sahneye çıktığında Diyarbakır yöresine ait şarkıları Ermenice olarak seslendiriyordu. Bütün bu hikayeleri birleştirdiğimde nasıl hissettiğimi tahmin bile edemezsiniz. Size çok özel ve kişisel bir şey söyleyeyim mi?
Peki bunu yazabilir miyiz?
Tabii ki yazabilirsiniz!!! Kardeş Türkükleri biliyorsunuz çok büyük bir topluluk. Sayıca oldukça kalabalıklar ve onlarla birlikte Diyarbakır’da sahnedeyim, açık hava konserindeyiz. Sahnenin tam ortasında babam duruyor ve şarkı söylüyor. Tam bu esnada ben müzik hayatımın en profesyonel olmayan hareketini yapıyorum.
Babam şarkısını söylerken ben, onun arkasında ud çalıyordum, (babam yapı olarak kısa bir adam ve bu kısa adam benim idolüm. Herkes babasını sever biliyorum ama ben babamı çok ama çok seviyorum) ve bir anda o şarkısına devam ederken bir an kendi kendime şunu dedim ‘Ne gördüğüne çok iyi bak, binlerce insan toplanmış ve baban Ermenice ‘Helle Helle’yi seslendiriyor.’ Tam bu esnada çalmayı bıraktım, cebimden cep telefonumu çıkardım ve şarkının tam ortasında babamın arkasından babamı ve onu dinleyen binlerce insanın fotoğrafını çektim. Kesinlikle yaptığım bu hareket profesyonel olmayan bir hareketti. Hatta Kardeş Türküler’in bir kısmı bana şaşkın şaşkın baktı ve ben onlar ‘ Evet biliyorum bunu yapmamam gerekirdi, doğru sayılamayacak bir hareketti ancak bu öyle bir andı ki yapmasam herşey eksik kalırdı.’
Türkiye’de verdiğim ilk konser değildi ama ilk kez bir konserden sonra eve gitmek istemedim. Evimdeymişim gibi hissettiğim nadir zamanlardan biriydi. Normalde her konser bitiminde şu psikolojiye bürünürüm, ‘Evet herşey güzeldi ama hadi evimize gidelim!’ Bu anlamda şunu diyebilirim ki Kardeş Türküler benim için çok özledir, adları gibi kardeşim gibi.
Türkiye’yi bu kadar yakından tanıyan ve bilen biri olarak elbette ki Hrant Dink’i ve onun ölümüne dair yazılan, çizilenleri de takip etmişinizdir. 10 binlerce insan sokakları doldurup ‘Kardeşimsin Hrant’ diyerek dolandı.
(Konuşmayı bölerek söze giriyor) Mükemmel bir şeydi!!! Hiç birimiz bu topraklarda böyle bir an’a şahit olacağımızı düşünmemiştik.
(Soruma devam ediyorum) Bunca yaşanandan sonra ve hala adalet arayışının sürdüğü böylesi bir durum karşında geleceğe dair umudunuz nedir? Bu iki etnik grup arasında tekrardan birliğin ve barışın hakim olduğu bir düzeni görecek miyiz? Müziğin burda ki rolü ne olacak?
Bu güzel soru için çok teşekkür ederim. İlk olarak şunu söylemeliyim, eğer hiç umudum olmasaydı, evimi bırakmazdım. Ya da şöyle söyleyim barışa ve birlikteliğe dair ümidim olmasaydı çocuk sahibi olmak istemezdim. Kesinlikle umudum var ve haklısın müzik bu umudu yeşertmede izlenebilecek en iyi yollardan biri.
Bunu söylerken kendimi izole ederek şunu demeye çalışmıyorum ‘Ben Ermeniyim ama sen değilsin’. Herkesin ‘Ben’ dediği bir zamanda unuttuğumuz bir şey var, Ermeni olmamdan önce insan olmaya çalışan bir adamım. Bu hepimiz için geçerli. Dünya düzeni içinde bizi şekillerdiren şeyler var. Mesela din yada bağlı olduğumuz etnik kimliğimiz. İnsanın birşeye inanması yada kimliğiyle gurur duyması yada ona bağlı olması anlaşılabilir ancak anlayamadığım nokta biz nerede birbirimizden ayrışmaya başladık.
Müzik bu anlamda yani bu ayrışmanın tam ortasında bir köprü görevi görüyor. O, insanları ayırmıyor, ayrıştırmıyor aksine iki kıtayı bir birine bağlayan bir köprü gibi birleştiriyor, aradaki bütün farkları ortadan kaldırıyor. Biliyor musun benim yaptığım besteler tam 13 dilde söyleniyor, bunlardan bir çoğu bir birinin düşmanı, politik olarak bir birleriyle anlaşamayan yada tarihi geçmişlerinde sorun yaşamış milletler. Ama hepsi aynı ezgiyi farklı dilden mırıldanıyor. Sadece benim şarkım değil bunu başaran, müzik sadece bir sembol bize insan olduğumuzu hatırlatan. Bu bağlamda müzisyen olmaktan dolayı gurur duyuyorum.
TUĞBA ÜLGER – LONDRA