Bilmediğiniz bir yere gittiğinizde ya da bildiğiniz ama çok fazla bulunmadığınız bir bölgeye adım attığınız yolun sizi doğru tarafa yönlendirdiğinden nasıl emin olursunuz? (tabi ki akıllı telefonumla cevabı kabul edilmiyor)
Ya da daha basit bir denklem kurarsak spontane bir gün yaşamak için evinizden sokağa adım attığınızda yolun sizi Bethnal Green’e götürme ihtimali yüzde kaçtır? Oldukça kolay bir hesapla diyebilirim ki eğer dalgınlıkla o istasyonda inmediyseniz veya ordan geçen bir otobüse binmediyseniz yolun sizi Bethnal Green’e götürme ihtimali yüzde 1 oranında. Ancak bir sabah uyandığınızda özlemekten hiç bıkmadığımız çocukluğumuzu düşlerken bulmuşsanız kendinizi işte tam bu noktada Bethnal Green’e gitmeniz kaçınılmaz. Büyümek ne zaman ağır gelse hep çocukluğumuza yüzümüzü çeviririz. Orda ne riya vardır ne de kalıcı kederler, en büyük yangınımız istediğimiz oyuncağın alınmaması ya da yanından geçip gittiğimiz pamuk şekerini alamamak. İşte damağımızda o bir anlık tat veren pamuk şekeri gibi özlediğimiz her şeyin size kucak açtığını düşünün, kim bu davete karşılıksız kalır. Çocukluğunuzun sizi koşulsuzca çağırdığı davete kayıtsız kalmamak için ‘V&A Museum of Childhood’ müzesine gitmelisiniz.
Kapısından içeri adım attığınız da sizi karşılayan ilk şey çocukların bitmek tükenmez çığlıkları olacak. Ancak gözünüz korkmasın, bir süre sonra oyuncakların içine daldığınızda bu sesleri duymayacağınızı garanti edebilirim. Her dönemin tanıkları orada yerini almış, sizin keşfetmenizi bekliyor olacak. Oyuncakların üzerinde, kullanıldıkları dönemlere ait bilgileri okumaya başladığınızda 15. yüzyılda da şuanda da değişmez özelliklerinin olduğunu göreceksiniz. Her çağın düşleri ve isteklerinin pek az değişiklik gösterdiğini görmek insanın ilginisini daha da çekiyor. Mesela 1990’lı yılların başlarında gazetelerin verdiği Şebnem bebekleri almak için gazete bayilerine nasıl koşuturduğumuzu hatırlayalım, işte tam bu esnada asıl adı ‘ Shirley Temple cut out doll’ olduğunu öğrendiğiniz bebeklerin 1935 yılında kullanıldığını görüyor olmanın verdiği şaşkınlığı yaşıyor olacaksınız.
Söz konusu şey oyun olunca demek ki zamanın değiştirme ve yok etme gücü ortadan yok oluyor. Oyuncağın bu kadar eski zamanlarda bile var olabilmesinin nedenini yetişkinlerin niyetlerinde aramakta fayda var. Modern zamanda olduğu gibi eski çağlarda da çocukları gelecekteki rollerine hazırlamak için oyuncak kullanılmış. Müzede gezerken bunu çok net bir şekilde görmek mümkün. Birbirinden güzel hazırlanmış bebek arabaları, çay takımları, hiçbir detayı unutulmamış porselen bebekler kız çocuklarına gelecekte ki görevlerini tam anlamıyla öğretmek maksadıyla hazırlanmış gibi. Burada erkek çocuklarda unutulmamış elbette muntazam bir şekilde yapılmış yarış arabaları, oyuncak atlar, kurşun askerler… Bunca değişik oyuncak içinde insanın gözünün aradığı şeyler de olmuyor değil. Ütmek ve ütülmek üzere kurgulanmış ve bir zamanlar bir şekilde hepimizin bu oyuna dahil olduğu bilyeler, sırf başkalarından daha çok olsun diye elimize geçen her parayla cips alıp günde belki 15 cipsi yemek üzerine kendimize bir şekilde eziyet edip biriktirdiğimiz tasolar ve daha niceleri. Görünce eski bir dostla buluşmuşunuz gibi hissettiren şeylerde unutulmamış, 90’ların sonlarına doğru patlak veren ve nerdeyse her 10 çocuktan 8’nde bulunan sanal bebekleri görünce insan bir an yıllardır ayrı bırakıldığı evladıyla buluşmuş hissine kapılabiliyor.
Bethnal Green’e gidip ne yapılır sorusunun sanırım en güzel yanıtı, çocukluğunuzla buluşmak olur. Elbette ki bölgeyi önemli kılan tek şey oyuncak müzesinin orada olması değil. 1500 yılına dayanan kocaman bir geçmişi var bölgenin kimler uğramamış ki buraya, II. Dünya Savaşı’ndan kaçan Yahudiler, Fransızlar ve çok daha sonralarında Bangladeşliler… Tam bir göçmen yuvası.
Londra’da gezilip görülecek o kadar çok yer varken neden buraya vakit ayırayım sorusunun yanıtını en güzel oraya giderek bulabilirsiniz. En başında da dediğim gibi geçmişte bıraktıklarınıza yani çocukluğunuza sığınmak için bir kereliğine bile olsa şans verilmeye değer. Belki göreceklerinizin arasında, gazoz kapağı, futbolcu kartları, topaç olmayacak ama sokağın tadını almış bütün çocukların görmekten mutluluk duyacağı şeyler bir kaç saatliğine de olsa yüzünüzde kocaman bir gülümseme oluşturabilecek. Edip Cansever’in dediği gibi ‘Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiç bir yere gitmiyor.’ Hep aynı gökte oynamak ümidiyle…
TUĞBA ÜLGER – LONDRA