Londra’da yaşanan 7 Temmuz terör saldırlardan sonra çoğu insan bunu 2003 yılındaki Irak işgalinin bir sonucu olduğunu düşünmüştü. Ancak yaşanan bu saldırı ile İngiltere’nin dış politikası arasında bir bağ vardı. Bu derin bağlantının perde arkasını pek fazla kimse bilmiyordu. Uzun yıllar İngiltere radikal İslamcı gruplara ve terör örgütlerine el altından destek veriyordu ve şimdi terör ile mücadele eden bir ülke nasıl olurda terör ile haşır neşir olabilirdi?
Bu işin içinde küçük veya büyük çıkar göz etmeksizin herşey mümkündü. Bu örgütlerin ülkeye yerleşmelerine izin verilmişti. Güvenlik güçleri onları ülkeye gizlice sızdırıyordu. İngiltere bir nevi terörün merkez noktasıydı. Onları eğiten ve silahlandıran bizzat kendileriydi. Bunun karşılığında bu gruplar ülkeye saldırmıyacaklardı.
İngiliz araştırmacı gazeteci ve yazar Mark Curtis İngiltere’nin terör örgütleriyle olan bağlantısını ‘Secret Affaris: Britain’s Collusion with Radical İslam’ adlı kitabında gözler önüne seriyor. Curtis’ın yaptığı araştırmada şiddet ve aşırı sağcı grupların, imparatorluğun ve batının çıkarları doğrutusunda nasıl kullandıklarını ortaya koyuyor. Özellikle 1940’lı yıllardan beri art arda gelen İngiliz hükümetlerinin Orta Doğu’daki petrol kaynaklarını kontrol etmek ve kendileriyle işbirliği içinde olmayan hükümetleri alaşağı etmek üzere darbeci askeri kuvvetlerle nasıl suç ortaklağına girdiğini gözler önüne seriyor. Aslında İngiltere’nin uluslararası terörün büyümesindeki başlıca sebeblerden biri olduğunu iddia ediyor.
İngiltere dün yaptıklarının bedelini şimdi yurt içi ve dışında ödüyor. Batının bu tür örgütlere destek vermesi El Kaide gibi terör örgütlerin üremesine ve uluslararası terörünün yayılması ile sonuçlandı. İngiliz ile Amerikan A.Ş birlikteliğinin Balkanlardan tutun da eski Soviyet birliğine bağlı ülkelerden Orta Asyadaki devletlerde yaşanan savaşlarda ortak imzaları bulunuyor. Bu suç ortaklığı özellikle Soğuk Savaş döneminde aktif olarak kullanılmıştır. Bu kullanımın hedefinin komünist rejimleri değilde sol politkalarını uygulayan liderleri istikrarsızlaştırmak olduğu vurgulanıyor. Çünkü bu düşüncedeki iktidarlar batının etkisine ve çıkarlarına karşı bir tehdit olarak görülüyordu. Nitekim destekledikler gruplar sonradan iktidarı ele geçirdikten sonra özellikle sosyalistleri ve sendikçıları hedef alarak öldürmüştür.
İngiltere’nin ve Amerika’nın el altında yaptığı destekler şimdilerde terör örgütlerinin elini güçlendirmiştir. Bir zamanlar aynı sofrada yemek yedikleri adamlar şimdi onlarla savaşacak konuma gelmiştir. Örneğin Soğuk Savaş döneminde Afganistan’nın en etkili iki terör örgütü mensubu Gülbeddin Hikmetyar ile Jalalludin Haqqanı’nın geçmişte İngiltere ile yakın ilişkileri vardı. O dönemde Hekmatyar, İngiliz başbakanlık binasında Margaret Thatcher ile bir araya gelmiştir. M16 ile CIA’in Ruslara karşı en sevdikleri adamlarıydı. Çünkü kendi davalarında etkili ve kullanışlı bir silah olarak görüyorlardı, ta ki işler değişene kadar. Haaqqanı, İngilizlere karşı Taliban’ın yanında askeri komutan olarak savaşır ve İngiltere kendi elleriyle yetiştirdiği adamına karşı verdiği savaşa bundan sonra ‘terör ile mücadele’ adını verecektir.
İngiliz iktidarları uzun vadede zarar vereceğini bile bile çıkarları doğrutusunda özelikle Orta Doğu’da kimlerle evleneceklerini umursamadan çıkar uğuruna bilinmeyen bir ilişkiye girip kısa zamanlı aldıkları hazzın ceremesini çekmektedir. Geçmişe bakıldığında Batı ve İngiltere’nin dış politikadaki tutumlarının aynı çizgide devam edeceğini görebilirsiniz. Radikal gruplarla yaptıkları işbirlikleri kısa dönemde çıkarlarını koruyabilir ama uzun vadede bunun sonucu kayıplara yola açmıştır ve açacaktır. Bu işbirliği devam ettikçe uluslararası terör büyüyerek mesafe kat etmeye devam edecektir.
H.HÜSEYİN KAYA – LONDRA