Londra Underground’a ses veren kadının hikayesi

Londra metrosuna yıllardır ses veren nami değer gizemli ses Emma Clarke’in kendi anlatımıyla bir metro anons seslendiricisinin hikayesi…

Bundan birkaç yıl önce Londra Metrosu (Underground) seslendirmeler yapacak adaylar için bir yapım şirketinden tavsiye edebilecekleri isimler talep ederler. Benle beraber 5 aday önerilir. Odak grupları oluşturulup adaylar 6 farklı replik seslendirmesi yaparlar. Örneğin “Mind the Gap” yani aralığa dikkat edin veya “The next station is…(bir sonraki istasyon) gibi klasik replikler ile teste tabi tutulur. Her seslendirmeyi yapanın bir kod adı vardı. Benim kod adım ‘Marilyn’ idi. Bu işi Londra Underground çok ciddiye alıyordu. Adaylar titiz bir seçim sürecinden geçiyordu. Öyle ki bu test süreci tam 18 ay sürdü.

 

Güney Batı Londra’da bir İtalyan resturantında yemek yerken bana bir telefon gelir. Arayan Londra Underground’dan bir yetkiliydi. Benim ses tonumdan nasıl etkilenmişseler artık Londra metrosunun anonsları bundan böyle ben seslendirecektim. Onlara ‘Şaka mı yapıyorsunuz’ dedim. Çünkü seçilme süreci o kadar uzun sürdükü herhalde bu işi başka birisine verdiklerini düşünmeye başlamıştım. Ne süreçmiş be arkadaş. Test üstüne test yaparak beni seçmiştiler. Bunu kimseyle paylaşamadım. Sessiz kalmayı tercih ettim. Çünkü ben kendimi öven bir insan değildim.

 

İlk ciddi seansımda istasyon isimlerini ile güvenlik mesajlarını seslendirmem tam bir buçuk saat sürmüştü. Aslında kayita alınacak fazla birşeyde yoktu. Sadece Marylebone için farklı varyasyonlar istemiştiler. Marylebone’nun nasıl telafuz edilmesinde karasız kalmıştılar. MAR’le-bone mu yoksa Mary-le-bone veya daha enterasyanı Mary-lob-on mu denileneckti. Bütün alternetifleri seslendirdim. Sonununda Mary-le-bone‘da karar kılmıştılar.

 

İstasyon seslendirmelerini hat hat yaptık. Çünkü Londra metrosundaki hatlar farklı kurumlar aitti. O yüzden bir akıcılık gerektiriyordu. Bütün hatların isimleri için bir zaafım vardı. Özellikle ‘Piccadily Circus’ seslendirmek hoşuma gidiyordu çünkü bir ritmi vardı ama favori seslendirmem ‘Theydon Bois’ (thay-don bo-is) idi…Bu seslendirmeleri Londra aksanı olmadan ‘Received Pronuncation’ yanı halk adıyla Oxford Ingılızcesiyle yapmam gerekiyordu. Anosların açıklığı önemliydi. İnsanlar ilk duyduklarında hiç bir şüphe olmadan hemen anons edilenleri anlayabilmeliydiler. Sesin net, empatik ve güvenilir olması önemliydi. Yaptığım bütün farklı seslendirmelerde de hep iyi karşılamali bir ses tonu ile yaptım.

 

İnsanlar istasyonlarda sesimi duyduklarında acaba ne hissediyorlar? Sesimi duyduklarında ne gibi tepki verecekelr veya sesimi nerede ilk duyacaklar gibi sorular kafamda oluşuyor. Tabi çok tuhaf bir durum. Değişik bir duygu. Görünmez bir şekilde insanlara eşlik ediyorum. Onların hayatlarına bir nevi film müziği olarak eşlik ediyorum. Umarım insanlar sesimden dolayı rahatsız olmazlar ama tabi rahatsız olacak olur. Zor bir gün geçirdiklerinde veya trenleri geç geldiğinde veya teknik bir arıza çıktığında benim onlara tekrar tekrar sabredin anonslarımı duyacaklar.

 

İşin komik tarafı ise bu teklifi kabul ettiığimde yanımda sevgilim vardı. ‘Hey Allahım şimdi ben seni her yerde duyacakmıyım” diyerek tepki vermişti. Bu haberden memnun kalmamıştı. Zaten bu olaydan sonra ayrıldık. Onun açısından korkutucu çünkü düşünsenize kötü bir gün geçirmisiniz ve metroya biniyorsunuz ve yine o ses sizi karşılıyor. Zavalı adam 🙂

YAZI: HUSSAIN H.KAYA – LONDRA